3 Kasım 2009 Salı

Osmanlıcılık ve Pan-İslamizm'in Tarihsel Arka Planı

Osmanlılık fikri Osmanlı’daki tüm unsurların Osmanlılık adı altında birleştirilmesini öngörmekteydi. İmparatorluk “Müslümanlar” ve “Gayri Müslimler” sistemiyle yönetilmektedir. Osmanlılık düşüncesi bu iki sınıfı sosyal hayatta yükümlülükler ve haklar açısından eşitlemeyi öngören Tanzimat ve Islahat Fermanı’nı yaklaşımının bir ürünüdür aslında. Bu eşitlemenin kültürel alt yapısını oluşturacak Batı’dan gelen milliyetçilik akımı İmparatorluk yapısına göre revize edilecekti. Fakat uzun vadeli bir düşünce sistemi olmadı. Balkanlar ağırlıklı yapılan savaşlar veya isyanlar devlet adamlarına bu düşüncenin sürdürülebilir olmadığını gösterdi. Çünkü bu unsurlar Osmanlı hâkimiyetinde yaşamak istemiyor kendi sistemlerini kurmak istiyorlardı.

Bu yüzden bu fikir aşamalı olarak İslamcılık düşüncesine doğru meyletmiştir. Çünkü gayr-i Müslim unsurlar milliyetçilik fikri ile isyan ediyor ve savaşlar çıkıyordu. Devlet iki eksenli olarak Anadolu-Balkanlar-Ortadoğu çizgisinde varlığını devam ettirmeye çalışmaktaydı. Savaşlar sebebiyle Balkanlar da ki derinlik gittikçe azalmaktadır. Sistem içerisinde gittikçe İslam unsurların oranı artmakta ve geri kalan toprakları koruyabilmek için düşünceler üretilmektedir. Aynı zamanda devletin varlığına yönelik tehdit algılaması Batı kaynaklı olduğu için Batı sisteminin açıkları kullanılmaya çalışıldı.

Batının o dönemde iki temel sorunu vardı. Birincisi kendi aralarındaki çatışmaydı. İkincisi de kendi yaymış oldukları milliyetçilik fikirlerinin sömürge alanlarındaki yansımaları ile mücadele ediyorlardı. Kısa bir şekilde siyasal denklemde yerlerine koyarsak; Çarlık Rusya ve Britanya ve Fransa dönemin etkili sayılan güçleridir. Bu güçlerin etki alanları arasında kalan topraklarda Osmanlı yer alıyordu. Bu yüzden bu güçler arasındaki çıkar çatışmalarını kullanmak bu güçleri birbirleriyle dengeleme siyaseti güdülüyordu. Almanya’nın birliğini sağlaması yepyeni dengeleri getirmiştir.

Almanya ve Fransa’nın birbirleriyle tarihsel mücadelesi vardır. Aynı zamanda sömürgecilik yarışında Britanya ile rekabete giren bir Almanya söz konusudur. Coğrafi olarak Rus etkisine açık olan Almanya Rus etkisini engellemek için Doğu Avrupa steplerine doğru yayılma hedefini gütmüştür. Üç alanda da Osmanlı ile ortak tehdit algılamaları söz konusudur. İkinci olarak da sömürgelerdeki isyanlar Batı’nın temel sorunlarındandır. Çoğunlukla sömürgelerde yaşayan nüfus Müslümanlardan oluşmaktaydı. Bu halklar Batı’dan gelen dayatmalara karşı ulusal tepkiler veremiyorlardı. Çünkü uluslaşma sürecini tam olarak yaşamamış aşiretler temelinde örgütlenmişlerdir. Aşiretler kitlesel eylem gücünü din temelleri ile sağlayabilir. Bu sebeple temelde anti-sömürgeci duygularla İslam nüfus arasında dayanışma ve bunun da Halife’nin manevi bir yönlendirici olarak ortaya çıkmasını savunan görüşler tartışılmaya başlanmıştır.

Bütün bu değerlendirmeler II. Abdülhamit döneminin dış politika inşa zeminini açıklar. Bu dönemde asıl amaç İmparatorluğun yaşam süresini uzatmak bu süre içerisinde mümkün oldukça altyapı yatırımlarına ağırlık vererek yakın zamanda patlayacak olduğu tahmin edilen paylaşım savaşına hazır girmektir ya da bir şekilde tarafsız kalmaya çalışmaktır. Padişah’ın uygulamaya çalıştığı politikaları genel şekliyle değerlendirdiğinizde genel kanı olarak bu yargıya ulaşabilirsiniz. Konumuz olmamakla beraber II. Abdülhamit’in uygulamış olduğu bazı politikalara değinmek istiyorum;

Padişah’ın tahta çıktığı dönem erkek kardeşinin şüpheli ölümü ile başlamaktadır. Anayasa’nın ilan edilmesi ile başlayan süreçte II. Abdülhamit kısa bir süre sonra meşruiyeti askıya almıştır. Sebep olarak 93 Harbi’ni göstermiştir. Gerçektende o dönemde Meclis içerisinde her millet nüfusuna oranla temsil ediliyordu. Türklerin mecliste 55 sandalyesi vardı ve bu toplam sayının 3te birine tekabül ediyordu. Diğer gruplarda genel olarak 93 Harbi’nin etkileri görülüyor ve İmparatorluğun birlikte olacağına dair güven sarsılmış durumdaydı. Bu noktada Padişah stratejik olarak bir karar vermek zorundaydı. Demokrasiyi kesintiye uğratacak fakat toprak bütünlüğünü sağlayabilecek bir otorite kurabilecekti.

Demokrasinin kesintiye uğraması Osmanlı-Türk modernleşmesine ciddi bir darbe vurmuştur. Ki Meclis’in kapatılması ilk defa padişah iradesi ile olmuş daha sonra bürokratik-askeri elit olağanüstü durumlara karşı kendisinde bu hakkı görebilmiştir. Kanımca buradaki çıkış noktasındaki tarihsel refleks bu döneme dayanmaktadır. Fakat özellikle eğitim alanında gerçekleştirmiş olduğu atılımlar ülkenin ileriki dönemlerde karar vericilerinin oluşmasını sağlamıştır. Diyebiliriz ki bu alanda cumhuriyet’i kuran kadrolar o dönemin öğrencileridir. Her ne kadar bu kadroların siyasi eğilimleri II. Abdülhamit ile paralel olmasa da bu eğitim atılımının faydaları görülmüştür.

Bu yazı içerisinde akımları birbiri ile bağıtlı şekilde ele almaya çalıştık. Fakat 1908 II. Meşruiyet ve sonrası dönemi algılayabilmek için Türkçü-Turancı akımı ve devamında Milli Mücadele dönemi milliyetçilik anlayışını ve Cumhuriyet’in milliyetçilik yaklaşımının geçirdiği evreleri analiz etmeye çalışacağız. Çünkü bugün Türkiye’nin yaşadığı sorunlar o dönemin koşulları ile çözümlenmiş. Bugünün koşulları 20.yüzyıldan çok farklı, bunları tahlil etmek ve bugüne uyarlamak zorundayız. Tüm yazılarımda da altını çizerek vurgulayacağım bir husus var. Bu coğrafyalarda jeokültürel havzalar sebebiyle bir sistem yerini bir başkasına bırakırken mutlaka sancılar yaşanıyor. Fakat bir süreklilik hakim ve bu sürekliliği görmezden gelerek bulunabilecek tüm çözümler zemine oturmaz gerçekçi olmaz. Bu yüzden tüm analizleri yapmadan önce gerçekçi zemine bunu da tarihi arka plana oturtmak zorundayız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder