2 Ocak 2010 Cumartesi

Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri'nde Din Faktörünün Rolü & Medeniyetler İttifakı veya Medeniyetler Çatışması Üzerinden Analizi;


Avrupa Kıtası yüzyıllardır bir entegrasyon projesi uygulanmaya çalıştı. Roma İmparatorlığu döneminde kısmen sağlanan birliktelik Kavimler Göçü ve dış saldırıların etkileriyle yıpratıldı.Bu süreç sonrasında Avrupa Kıtası Ortaçağ adını verdiğimiz zaman diliminde belki de tarihindeki en karanlık dönemi yaşadı. Klise'nin artan etkisine paralel serbest düşüncenin engellenmesinin temelde yer aldığı zihniyetin ekonomik ve siyasal alana sirayet ettiği genel bir kapanma eğilimi içerisine girmiştir. Bu karanlık devrin de sona ermesiyle beraber tekrar entegrasyon çabaları yoğunlaşmıştır.Bugüne kadar da süren entegrasyon çabalarının tarihi işte o zamanlardan gelmektedir.Ki Avrupa Birliği adını verdiğimiz 1950'lerdeki entegrasyon süreci de fikri temellerini Eski Yunan'a kadar taşımaktadır. Bugüne kadar ki en kapsamlı birleşme projesi olan bu fikir bugün kendi içerisinde bazı sorunları beraberinde getirmektedir. Bunlardan en önemlilerinden birisi de küresel oyuncu adayı olup olmama ile ilgilidir. Bu sorunun cevabı pek tabii ki AB'nin uzun vadeli projelerini de şekillendirecektir. Bazı devletler ulusal egemenliklerinden taviz vermemek adına süreci yavaşlatmaya çalışşalarda,dünya siyasetinin geldiği nokta bizi AB'nin küresel bir oyuncu olmaya zorlayacağını göstermektedir. Bu işaretlerden en önemlisi de AB'nin temsil ettiği değerlerde saklıdır. Bunlar kısaca hukukun üstünlüğü,uzun vadeli ekonomik işbirliği ve akabindeki siyasal işbirliği, demokrasinin yayılmasına dayalı bir değerler sistemidir. Bu sistemin en büyük yararı barış havzalarının oluşma ihtimalidir. Ki 1950'lerden beri Balkanlar hariç Avrupa'da savaşların çıkmamasında AB entegrasyon projesinin önemli bir yeri olduğunu düşünmekteyim.

AB'nin küresel oyuncu olması için önünde bazı engeller bulunuyor,bunlardan birisi de Türkiye-AB müzakereleri konusunda üye devletlerin tutumlarıdır. Bu devletler bu müzakerelerin varmak istedikleri noktayı Türkiye'ye samimi olarak iletmelidirler,Türk kamuoyunun üyelik sürecindeki motivasyonun düşmemesi adına,yapılması gereken büyük çaplı reformlara politik insiyatifin katkısının sağlanması adına,Türk kamuoyunun desteğinin sağlanması kanaatimce en önemli hususların başında gelmektedir. Türkiye-AB müzakerelerinde siyasi sosyal ve ekonomik bir çok alan bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi de din faktörüdür. Çünkü Avrupa Birliği'ne üye olan devletlerin hepsi mezhepleri farklılık içersede Hristiyanlık kökenlidir. Türkiye,ise her ne kadar 80 yılı aşkın bir süredir Sekülerleşme yönünde ciddi adımlar ve reformlar gerçekleştirmiş olsada 200 yılı aşkın süredir de Batılılaşma yönünde çalışmalar üretmiş olsa da,hala Avrupa kamuoyunda bir Doğu ülkesi imajı söz konusudur. Türkiye'nin devraldığı miraslar sebebiyle Doğulu bir karaktere sahip olduğunu yadırgamak imkansızdır. Bunu yaptığımız takdirde oryantalist bir bakış açısına sahip olmuş oluruz. Bu durum bizi Türkiye'yi tahlil ederken yanlış tespitlere dolasıyla da yanlış çözümlere yöneltecektir.

Aynı şekilde tamamen doğulu karekterde bir Türkiye imajı da yanlıştır. Türkiye'nin 200 yılı aşkın süreçtir Batılılaşma çabaları ve 60 yıla aşkındır Batılı Devletlerle ekonomik,siyasi ve askeri alanda aynı kurumsal yapılar içerisinde olduğunun unutulması da anlaşılacak bir şey değildir. Türk kamuoyu Kore'ye asker göndermeyle başlayan süreçte Batı Dünyası'nın güvenliğinin sağlanması adına ciddi bir şekilde bedeller ödediğini bugün tartışmaya başladı. Türkiye eğer Batı kampında olmasaydı Sovyetler yönünden saldırıya uğrayabildi,bu ihtimalleri bugün tartışmak gerçekçi değildir. Fakat bu tartışmalar Türkiye'yi Batı Dünyası ile ilişkilerini sorgulama noktasına götürür ki bu durum kanımca Türkiye içinde Batı dünyası içinde yararlı olmayacaktır. Çünkü Türkiye içdinamiklerini sürekli olarak 100 yıla yakın bir süredir mevcut rejim Batılılaşma politikları ve bunun getirmiş olduğu pozitif artılarla dönüştürüp revize edebildi. Çünkü bu içdinamikler yüzyıllar boyu süren ve din adamlarının da etkili olduğu bir bir mekanizma içerisinden gelmektedir. Bu dinamikleri kontrol altına almaya çalışmak ve toplumu çağdışı uygulamalardan çıkartıp ilerlemeye yönelik bir duruş sergilemek amacıyla Batı Dünyası'yla yürütülen ilişkiler ciddi öneme sahipti. Bugün ise Türkiye bu sorgulamayı devam eder,alternatif dış politik yaklaşımlara yönelmeye devam ederken Batı dünyası yerine ilerlemeci yönelimlere başka coğrafyalarla ilişkileri üzerinden devam ettirmeye kalkarsa bu durumda iç dinamiklerin revizyon sürecinde etkileri olsa da kanımca güvenlik ve ekonomik tartışmaların sürdüğü Avrupa'da etkileri daha keskin ve yıpratıcı olacaktır. Çünkü ben Türkiye gibi İslami referansların ağırlıkta olduğu düşünülen fakat toplum nezdinde arkaplanda önemi olduğunu bir Türk olarak gözlemlediğim olguların Batı Entagrasyonuna inanılandan çok katkı vereceğini düşünmekteyim. Bu durumun AB'ye entegrasyon açısından daha ciddi bir motivasyon sağlayacağını,İslam Dünyası ile yürüteceği ilişkilerde Türkiye sayesinde bir soft power gücü kazanabileceğini düşünmekteyim. Bu birinci aşama olarak Türkiye-AB ilişkilerinde anlatılabilir. Benim artı olarak ekstra belirtmek istediğim durum ise aşağıdaki paragrafta özetlemeye çalıştığım güncel çatışma tezleri ilgilidir.

ifade etmek istediğim bir durumise Medeniyetler Çatışması kavramıdır. Bu kavrama geçmeden önce yukarıda belirttiği Doğulu ülke olma kavramını ve özdeşleşen İslam olgusunu tartışmaya açmaya çalışacağım. Aldığım verilerle de ı Doğulu bir ülke olma karakterini İslam'la özdeşleştiren yaklaşımı da kabul etmek olası değildir. Çünkü Avrupa Kamuoyundaki Doğulu ülke kavramı serbest düşünceyi engelleyen,kadın-cocuklara sosyal hayatta sınırlandırılmış haklar tanıyan,kendi içine kapalı bir imaj göstermektedir. Maalesef Ortadoğu'da bu tarz rejimler söz konusudur. Bu rejimlerin siyasi meşruiyetlerini de İslam dininden almaya çalışmaları kanımca ne bu rejimleri meşrı kılar,ne de bu rejimlerin yapmış olduğu hataları meşru kılar. Yani Ortaçağda Avrupa'da yaşananları Hristiyanlıkla özdeşleştirmek ne kadar hata ise,bugün de Ortadoğu'da yaşanan olayları İslamla özdeşleştirmek o kadar hatadır diye düşünmekteyim. Fakat bugün özellikle de Soğuk Savaş sonrasında Batı Dünyası'nda akademisyenler önümüzdeki süreçte Medeniyetler Çatışması'ndan daha çok söz ediyorlar. Bu durum 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'nin WTC ( Dünya Ticaret Merkezi)'ye uçakla terörist saldırılardan sonra zirveye çıktı. Çünkü saldırganlar bu terörist eylemi İslami yönleri ağır basan bir silahlı grupla ilişkili halde Cihat amacıyla yaptıklarını deklare ettiler. Batı kamuoyu İslam dininin anlamından tutunda yaşanmasına ve sonuç olarak medeniyetine yabancı olduğu için,kendi medyaları da sürekli olarak Afganistan-Taliban tarzı rejimleri örnek gösterdiği için bu durum yabancılaşma sürecini tetiklemiştir. Sonuç olarak Amerika Birleşik Devletleri ağırlıklı olmak üzere Avrupa'da yaşayan göçmenler zorluk çekmeye toplum içinde kabul görmemeye hatta saldırılara uğramaya başlamıştır. Bu durum kamplaşmaya,gruplar arasında muhtemel çatışmaları tetikleyebilecek eylemleri de beraberinde getirmiştir. Örnek olarak Fransa'da geçtiğimiz yıllarda Kuzey Afrika kökenli gençlerin dünya gündemini de meşgul eden eylemlerini söyleyebiliriz.

Tabii ki bu olayların arkasında sosyo-ekonomik sebepleri göz ardı etmek imkansızdır. Fakat olayların sıçramasındaki temel etkenin yabancı düşmanlığına varan ve artık İslamofobia olarak nitelendirilen İslam inancına mensup kişilere yönelik ayrımcılıklara uzanmaktadır. Bu tarz toplumsal olaylar kanımca İslam Coğrafyasında da tepkilerini bulacaktır. Misal olarak Hz.Muhammed'e yönelik yapılan karalama kampanyasının Danimarka başta olmak üzere bazı Batılı ülkelerin de duruma "serbest düşünce" olarak yaklaşması Müslümanların tepkisini tüm dünyada artırmıştır, ve maalesef istenmeyen olaylarda cerayan etmiştir. Bu durumu etki-tepki meselesi ile açıklamaya çalışmak,anlamlarından birisi "Barış" olan İslamiyetin yaşandığı coğrafyada izah etmek olası değildir. Fakat bu durumu ben ifade edememe olarak algılamaya çalışacağım. Aynı zamanda bu tepkiyi sömürgeciliğe duyulan tepkiyle özdeşleştirmek istiyorum. Çünkü Batı-Doğu ilişkileri özellikle geçtiğimiz yüzyılda ağırlıklı olarak Batı lehine seyretti,bu durumun mevcut nesillerde özellikle Irak İşgali,süregelen Filistin-İsrail Savaşı,Lübnan-İsrail sorunu,Afganistan İşgali gibi örneklemlerle "Haçlı Savaşları"'nın nüveleri olarak kodlayan bir çok kişi bulunmaktadır. Bu olaylar Batı-Doğu arasında patlak vermesi beklenen Medeniyetler Çatışması tezine inandırıcılık kazandırmaktadır.
Fakat yukarıda da anlatmaya çalıştığımız şekilde asıl olaylar sosyal-ekonomik sebeplerde ve geçmiş tarihe yönelik atıflarda yatmaktadır. Aynı zamanda iki din mensuplarının da birbirine daha saygılı ve hoşgörülü davranmasına yönelik çabaları da olası krizleri minimize edecek,illegal gruplarında toplum içinde marjinalize olmasını sağlayacaktır.Bu duruma ulaşılması için Avrupa Birliği'nin temel amacı olan barış havzalarının artırılması ve demokrasinin üstünlüğünün tesis edilmesi amacıyla ilgili ülkelerde yapısal reformların yapılmasına destek verilmesi gerekmektedir. Pek tabiki bu yapılırken AB Kurumlarının bir pilot ülke üzerinden bu reformları desteklemelerinin daha yararlı olacağını düşünüyorum. Aynı zamanda bu ülkenin model ülke olarak imaj çalışması yapılmalıdır. Bu ülkenin hukukun üstünlüğü,demokrasinin işlerliği gibi kazanımları olmalıdır. Bunun yanısra ekonomik olarak da bu ülkelerin finansal hareketlerinin yönlendirilmesinde geniş sektörlere ve yetişmiş insan gücüne sahip olan ülke pek tabii ki Türkiye'dir. Türkiye'nin önemini ikinci olarak da bu ülkelerin Batı tarafından revizyonu sürecinde pilot ülke olarak görebiliriz. Son olarak ülkemizin Medeniyetler Çatışması yerine Medeniyetler İttifakı tezine daha yakın bir şekilde Dünya Barışına hizmet edebileceğini düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder